İnsanın var olduğu yerde sanat vardır. Sanat, insanoğlunun yaşamını sürdürmesinde gerekli olan ihtiyaçların
da ötesinde var olan, kendini anlamlandırma sürecini kapsayan, manevi dünyanın ifade edildiği estetik bir yapıdır.
Bu yapı, kültürünü de içerisinde tutarak, geleceğe yönelik istekleri, umutları, korkuları, üzüntüleri ve o günün
tarihini de ifade etmektedir. Her sanat eserinde bir anlam, bir ifade biçimi vardır. Bu biçim, yaratan kişinin
olanaklarına, hayata bakışına, dünyayı algılama biçimine göre değişmektedir.
Değişimi sağlayan da yaratıcı bireydir. Birey, kendi iç dünyasını dış uyaranlarla bir araya getirerek ortaya bir eser koymakta ve o eser, o hayatı
paylaşan herkese etki etmektedir. Yaratıcı nevresim takımları. Sanatsal yaratıcılık bu nedenle üstün, yaşama ve geleceğe yön veren bir niteliğe
sahiptir. Yaratan insan diğer insanlara bir mesaj sunarken, farklı malzemeleri bir araya getirerek estetik bir dünya
da sunmaktadır. Bu dünya, kendi iç dünyası ve çevresiyle harmanladıklarının dışavurumu olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu bağlamda, bir sanatçıyı yaşadığı çevreden, sosyo-ekonomik ortamdan da ayrı tutmak doğru
olmayacaktır. Sanatçı yaşadığı çevrenin, gördüklerinin, izlediklerinin birer parçasıdır.
Yaratmak için de düşünmek, düşündüğünü algılayabilmek önemlidir. Yaratıcı düşünen insanda ise bu durum daha yoğun ve farklı
gerçekleşmektedir. Sanatsal yaratıcılıkta düşünebilmek için görmek gerekir. Bunun için de zengin bir iç dünyaya,
yüksek farkındalığa, yaratmak için uygun bir çevreye ihtiyaç vardır. Bu çalışma, hayatımızı önemli ölçüde
değiştiren yaratma kavramının özünü gerek psikolojik, gerek kişisel bir yetenek olarak ele almakta olup, kişiyi
yaratma eylemine götüren hissiyatı sorgulamaktadır. Bunu sorgularken de, yaratıcılığın hangi süreçlerden geçerek
belirli bir sonuca ulaştığını göstermektedir. Sanat alanında gerçekleşen yaratma duygusunun, insanın içerisinde
doğuştan var olan yaratma isteğinden farklarını algılayabilmek ve yaratıcılığın toplumla olan ilişkisini de
görebilmek adına çeşitli yorumları bir araya getirip örnekler sunarak sistematik bir derleme yapılmıştır.
Yaratıcılık, var oluşumuzdan itibaren hayatla bağ kurmamızı sağlayan, kendimizi, çevremizi hatta
geleceğimizi de şekillendiren özel bir yetidir. Bu yetenek, kimilerine göre doğuştan beri var olan, kimilerine göre
de sonradan geliştirilebilen bir özelliğe sahiptir. Bu özelliğiyle, yaratıcılığı tek bir tanımla açıklamak zordur.
Yaratıcılık herhangi bir şeyin gerçekleştirilme aşamasında, yapma ve oluş süreci olarak tanımlanabilir (San,
2008:13). Kökenine bakıldığında da Latince ‘Creare’ sözcüğünden gelen kavramın; meydana getirmek, doğurmak,
yaratmak anlamlarında da kullanıldığı görülür. Yaratmak anlamını temsil eden ‘yaratma’ sözcüğü, yoktan var
etme, var olan bilgilerin kullanılması sonucu oluşan özgün bir sentez, sorunlara getirilen etkili bir çözüm süreci
olarak tanımlanabilir. Bu süreç, zihnimizin daha önce kuramadığı ilişkileri kurar, yeni deney imler ve yeni ürünler
ortaya koyarak bu aşamayı sonuçlandırır.
Yaratıcılık, kişinin kendisini ve çevresindekileri değiştirme eylemi olarak da görülür. Yeni bir yöntemi ortaya çıkarmak ya da sahip olunan
problemleri çözmek için atılan adımlardır. Var olan zorluklar, sorunlar için çeşitli çözümlerin aranması, sorunlar
için yapılan denemeler ve ortaya çıkarılan sonuçlardır. Sonuca ulaşırken uğraşılan problemlerin çözümünde de
ulaşılmak istenen, her bir sonucun yeni olmasıdır. Bu bağlamda, verilen tepkiler de yenidir. Yeni, eski fikirlerin
bir araya gelmesi ya da eski fikirlerin yeni bir biçime dönüştürülmesini temsil eder. Yaratıcılık da bir duruma
çözüm ararken, bu arayışa kısa bir süre içerisinde doğru tepkiler verebilme yeteneğidir. Yaratıcılık sürecinde
gerçekleşen herhangi bir fikir ya da ürün, ilham adı verilen bir durum sonucunda kendini gerçekleştirmektedir.
İlham, herhangi bir etki ya da algılama sonucunda yaratıcı gücün harekete geçmesiyle ortaya çıkan esin lenme
sürecidir. Amerikalı varoluşçu psikolog Rollo May, ilham perisi dediğimiz durumun, bilinçli bir ‘yoğun çalışma’
sonucunda tetiklendiğini ve bu sürecin sonunu zihnimizin dinlenmeye bırakılmasıyla bilinçaltının özgürce ortaya
çıkardığı ifadeler olarak tanımlamaktadır. Alman fizyolog ve fizikçi Hermann von Helmholtz da bu durumu
destekler niteliktedir. Helmholtz, ne kadar yoğunlaşırsa yoğunlaşsın fikirlerinin kafası doluyken ya da çalışma
masasında vakit geçirdiği zamanlarda aklına gelmediğini dile getirmiştir. İngiliz psikolog Llyod Morgan da,
çözüme ulaştırmak istediğimiz bir konu hakkında zihnimizi araştırmalarla doldurmamızı ve daha sonra
beklememizi öğütlemektedir (Foster, 2015:148-149). Farklı görüşlerin ve yaratıcı olarak adlandırılan insanların
yorumlarına bakıldığında, yaratıcılığın gerçekleşmesinde bilginin ne kadar önemli olduğu görülmektedir.
Bu bilgiler zihnin serbest kaldığı zamanlarda açığa çıkmaktadır. Bu sebeple belirli bilgi birikimiyle üzerine
Dinçeli, Duygu. “Yaratıcılık ve Sanat”. sed, 8/1 (2020 Mart)
düşünülen konular arasında alışılmadık bağlantılar kurabilme ve sorgulayabilme özelliği de yaratıcılık denilebilir.
Zihinde alışılmadık bağlantılar kuran yaratıcı insan, sahip olduğu özellikleriyle diğer insanlardan ayrılmakta,
herkesin gördüğünü farklı bir biçimde yorumlayabilmektedir. Alışılmış olan kalıplardan uzaklaşarak eksikleri
farkeden, özgünlüğe ve öğrenmeye önem veren yaratıcı birey; hayal gücü, sezgi, araştırma gibi özelliklere de
sahip olmaktadır. Hayal gücü de; bireysel özellikler, eğitim, zeka, sosyal çevre, merak duygusu, a lgılama gibi
niteliklerle şekillenmekte, günlük yaşamda sahip olunan olaylara farklı bakabilme niteliği olarak görülmektedir.
Hayal gücü, duygu ve düşünceleri genişleterek, yeni fikirlerin ve buluşların ortaya koyulmasını sağlar. Süreç,
zeka ile de bağlantılı olabilmekte, belirli evrelerden geçerek sonuca ulaşmaktadır. Harris’e (1959) (Bıyıklı ve
Gülen, 2018: 1275) göre yaratıcı evre altı bölüme ayrılarak birbirini takip eden süreçler halinde sunulmuştur.
Bunlar, ihtiyacın belirlenmesi, bilgi toplama, konu üzerinde düşünme, çözümlerin hayal edilmesi, doğruluğun
tespiti, düşüncelerin uygulamaya geçirilmesi gibi aşamaları kapsamaktadır. Zihnin yaratma duygusu, imgelemi
olmayan bir nesneyi oradaymış gibi tasarlamasıyla gerekli olan imgeler arasındaki ilişkiler yorumlanır ve bu
sebeple de imgelerin hayal gücü tarafından önemli olduğu görülmektedir